Tarih:12-13 Temmuz
Katılımcılar: Alpay Oğuş, Ayça Oğuş, Bora Özkoca, Erin Oğuş , Kaan Kurt
Sanırım çok uzun süredir faaliyet raporu yazmıyorum hatta öyle ki son yazdığımda biri bana “bir sonrakinin katılımcılarının içine bir de oğlunuzun adını yazacaksınız” deseydi bir kahkaha atardım.. bir daha düşünmek lazım büyük konuşmadan önce.
Sabah saat 07:30 da yola çıktığımızda hangi yolu seçeriz bilmiyorduk. Kaan’ın kapısına gittiğimizde ilk defa olarak bir süre ” çantasını hazırlamasını” bekledikten sonra Bora’yı da alıp yolumuza koyulduk. Özlemden ibaret Hereke’de bir kahvaltı molası vererek güzel çay bahçelerinin tadını bir kere daha alıp yaylamıza doğru yollandık.
Erin ile ilk ciddi faaliyetmiz olacağından yaylaya yürüyerek mi çıkalım yoksa Alpay’ın bir önceki sefer aldığı notlardan ilerleyip köy köy gezerek arabayla mı çıkalım diye düşünürken arabaya karar verdik. Yürüyerek çıksaydık 3-4 saatte varacağımız yaylaya arabayla yine aynı vakitte ulaştık.Yuvacık’a gelmeden İhsaniye belediyesinden içeri girip köylerden geçerek gidilen yolun aslında Bahçecikten başlayıp 1 saatte varılan bir alternatifi daha olduğunu dönüşte öğrendik. Yeni bir yol yapılmış artık yaylaya isteyen çıkabilecek!!.. bu çok iyi bir haber değil; yavaş yavaş köylülerin tesis kurma planları bile var bu da çok sayıda insanın oraya gidip çok sayıda çöp ve kir bırakacağının müjdecisi sanki. Şimdilik sakinliğini ve bakirliğini koruyor. Yürüyüş rotası orta zorlukta bir rota yürüseydik ruhumuz daha çok temizlenecekti biliyorum ancak ilk defa olması kaygısı ile arabamız yanı başımızda olsun istedik. Hem herşeyin bir sebebi var ya.. bunun davarmış;zamanla göreceğiz: NASİPSE 😉
Yaylaya varınca kamp alanına yerleşip küçük bir yürüyüş için hazırlandık.2 saate yakın bir yürüyüş yaptık. Çok uzun olmasa da Erin’in de yürüdüğü hesaba katıldığında fena sayılmazdı. Yürüyüşten sonra kamp alanımızı geceye ve akşam yemeğine hazırladık. Çadırlar kuruldu, ateş yakıldı ve Erin özgürce kendi kendine – bu değişik oldu normalde hep birileriyle oynamak ister ama bu sefer kendi başına çok güzel oyalandı –
Akşam olunca, el ayak iyice çekilince, güneş yerini aya ve karanlığa bırakınca ne yapacağız diye bir soru vardı kafamda.Erin daha önce hiç ışıksız, kamp ateşli, yıldızlarla dolu ve sadece ayın aydınlattığı sessiz bir yerde kalmamıştı ve bu beni endişelendiriyordu. Hiç endişelendiğim gibi olmadı. Daha önceki çadır deneyimleri, uzun yürüyüşleri, tanıdığı insanlar, Kaan’ın ürettiği oyunlar ile büyük bir adam edası ile sanki hayatında yüzlerce kere kamp yapmışcasına ateşin önünde bizimle oturup, yemek yapıp, yiyip, kavanozlarla müzik yapıp en mükemmelide Alpay ve benim göğüsüme uzanıp yıldızları seyretti. Bu faaliyetin damağımda en çok kalan tadı burası oldu. Erin ve ben ve Alpay uzanmış milyonlarca yıldızlı otelimizde nefes alıyoruz..hayal ederken bile çok güzeldi, şimdi yaşayınca …
” Biz nerede uyuyacağız” sorusuna cevabı çadırı göstermek oldu. Saat 22:00′ ye gelirken yanıma sokuldu ve uyumak istediğini belirtti. Gece bir kere dönememekten ve bir kere sıcak basmasından olmak üzere – acaba üşür mü kaygısından kat kat giydirdiğimiz için!!:) biz de öğreniyoruz tabii- iki kere uyandı ama hemen uykuya daldı. Sabah 07:30 da mis gibi uyumuş olarak hepimiz günü karşıladık.
Harika bir kahvaltının ardından bir yürüyüş yapmak istesek de Erin’in sabah uykusu bastırınca hepimiz en gölgeli ve rüzgarlı tepeye çıkıp matlarımızın üzerinde bir güzel uyku çekip sonra kavunlarımızı yiyip dönüşe geçtik.
Bir gün önce yemekleri yakalayamayan Erin ertesi gün özel ders almaya başladı!! Az kalsın köpek ekmeğimizi kapınca – hayır Bora kaptırmadı – biz de aç kalacaktık 😀 –
Çok Yorumsuz 😀
Gün geceye dönerken
ve gün gece olmuşken
Babası ve oğlu
Yorumlar (37)
Kuaybe :
14 Temmuz 2008 | 23:04Ayçacım eminim tanışsak ve yakın otursak, çoook iyi anlaşan iki aile olurduk :)) Her hafta o dağ senin, bu yayla benim dolaşır dururduk..
annevebebisi :
15 Temmuz 2008 | 01:36Aycaaaaaa:) Allahim Allahim! Ne guzel manzaralar, ne guzel resimler, ne harika bir hafta sonu&kamp ve ne tatli Erin:)))
Aycacim, cok ama cok onemli bir is yapiyorsun. Insanlara cocuklari olunca eve tikilip kalmalarinin cocuklarini hastaliktan korumak, cocukla gezme-tozma ya da herhangi bir is yapilamayacagi vb nedenlerden degil tamamen kendi kendilerine ket vurmalarindan kaynaklandigini gosteriyorsun.
Umarim bu blogu okuyan, cocuk sebebiyle hayatini donduran pek cok anne-baba sizi ornek alir, cocukla dagda kamp bile yapilabilecegini anlarlar:)
Nice nice nice kamplara, gezmelere, tozmalara ;))))
Ayse :
15 Temmuz 2008 | 05:51Ayca, fotograflar, gittiginiz yer, kampiniz, erin ve siz, hepsi harika….Erin in cok eglendigi oyle belli ki, ne iyi etmissiniz bebisinizle kampa cikmakla…
öykücü :
15 Temmuz 2008 | 08:57Maşallah ne tatlı bir çocuk oldu bu bizim Erin:)) Bebek değil resmen çocuk oldu artık.
Ben de oradaymışım gibi hissettim.Ne güzel:))
Bu arada bir kaç gün önce bir kuaför salonunun vitrininde asılı bir resimde seni gördüm sanırım.Kısa kızıl ve dik saçlı bir gülümsemeyle bana bakıyordun fotoğraftan.Ya da hergün sizi okumaktan böyle oldu:))
Sevgiler..
Julide :
15 Temmuz 2008 | 09:06bayıldım… sayende şöyle bir silkelendim. birsürü şeye tekrar niyetlendim. teşekkür ve takdir:-)
ensar bera nın annesi :
15 Temmuz 2008 | 11:19ayçacım,sende bu şiirin canlanmış halini görüyorum.paylaşmak istedik,sevgiler erin abimize ve size 🙂
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol BEHRAMOĞLU
meltem :
15 Temmuz 2008 | 11:20Ayçacım harika,arada böyle benzin doldurmalar iyi geliyor insana.Erin artık abi olmuş,bebekliği yok oluyor gün geçtikçe ayrıca babasıyla çitin üzerine oturduğu fotoğrafı eski yabancı kovboy filmlerini anımsattı bana.
meltem :
15 Temmuz 2008 | 11:22haaaa bide saçların nefis duruyo uzun yakışmış.
AyçA :
15 Temmuz 2008 | 12:47Herkese teşekkürler..Umarım yazdığınız gibi bir ayna oluşturuyoruz “çocukla olmaz” düşüncesine..
Öykücü hangi kuaför ?? şaka mı 😀 hahah
Ensar beranın annesi çok teşekkürler, benim Öyküm bilir ki bu benim en sevdiğim şiirdir 🙂
Duygu :
15 Temmuz 2008 | 13:26Sizi yürekten kutluyorum. Çocuğun, hayatı yaşamaya engel olmadığını gösterdiğiniz ve aynı çocuğa şimdiden hayatı yaşattığınız için… Günümüzdeki gerçeklere (annelerin yarattığı saçma gerçekler) inat mükemmel bir örneksiniz…
Sevgilerimle…
pinarbk :
15 Temmuz 2008 | 14:06Siz artık 2,5 kişilik değil, resmen 3 kişilik bir ailesiniz. hem de aynı şeylerden keyif olan, birbiriyle uyumlu güzel bir aile…
minel :
15 Temmuz 2008 | 16:25ya herşey çok güzel fevkalade fakat bütün bu karelere izlerken birşeyi düşünmeden edemedim
Keneler
bunu gözardı etmiş olamassın,bunun için nasıl bir çözüm buldunuz ?yakın bir arkadaşımın ailesi tarlalarına uçakla kene boşaltıldığını görmüş
bilemiyorum ya kafamı hep kurcalıyor bu durum
tereddütlerim var yeşilliklerle ilgili…
alpay :
15 Temmuz 2008 | 16:45🙁 uçakla kene boşaltmak???
Bunu açarmısın.
Bunun dışında kene için standart önlemler dışında bir önlem almıyoruz.
sürekli gözlem
bulunduğun yerde populasyon incelemesi
ısırılırsan bilinçli yaklaşım
bölge halkında sorgulama
Ekosistemin daha az bozulduğu yerlere gitmek
Ve biliyorum ki bu kene şehirde kapı önünde karşıdan karşıya geçerken bir hayvanda da size zıplayabilir.
Bir kuştan balkonunuza da gelebilir.
Yılanlar ve ayılarda benzer tehlike arzederler
İnsanlar daha büyük tehlike arzeder.
Trafik onlar kadar tehlike arzeder.
Tüm bunlara bakarsak hayatın kendisini yaşayamayacak bir hale geliriz.
Tabii uçaktan kene atılması gibi (komplo) olduğunu düşündüren durumlar için birşey diyemem. Bu suikasta girer herhalde. Aynı bombalama olayları gibi. Buna ne yapılır cevabım yok.
Alpay
anane :
15 Temmuz 2008 | 17:11ERİNİMİ BORANIN YANINDAN UZAK TUTUN,HEMEN HAVAYA GİRMİŞ FOTOYA BAKILIRSA!ÇİTİN ÜSTÜNDEKİ FOTO SUPER BAYILDIM …
Ayse Sule :
15 Temmuz 2008 | 20:08Ayca’cim, masal gibi bir ailesiniz. Ama sanirim tam da boyle dusundugum icin, yani son derece gercek olan bir oykuyu, sanki basima hic gelemeyecek bir masalmis gibi gordugum icin, fena halde yazik ediyorum hem kendime hem de yakin cevreme.
Hayati daha fazla ertelemeden, cocukla nasil olur demeden, silkelenmeli ve bir an evvel yollara dusmeliyim. Basarirsak, emin ol haber veririm:)
PS: Cok yorumsuz resme ne diyecegimi ben de bilemedim. Ama Erin ne tepki verdi cok merak ettim:P
derya :
15 Temmuz 2008 | 20:31evet şu kene konusu bizim burlardada keneleri amerikanın uçaktan çorapla üstümüze attığı. haberleri dilden dile dolaşıyor. ama şu kırım kongo mikrobu taşıyan kanalari.yoksa kene her zaman var. inanırım. çünkü bir çok bulaşıcı hastalık amerikadan türkiye ye gelmedimi?
derya :
15 Temmuz 2008 | 20:38pardon yanlış olmuş keneleri, : )
Alpay :
15 Temmuz 2008 | 21:15nasıl yani
amerikan uçakları geldi
hava sahası kontrol sistemlerimizi aştı
tarlalara coraplı keneleri attı
gören duyan olmadı.
bir fotoğrafını çeken olmadı.
bu iddalar kanıtlanacak kadar belgelenemedi
keneleri yiyen sülünleri,tavukları biz yoketmedik yani, ayrıca keneler toprak altında yaşadığını bilmeden ortalığı ilaçlamadık. Eko sistemi keneler lehine bozmadık.
Amerikalılar yaptı herşeyi..
Yaşadığım dönemde duyduğum en inanılmaz şehir efsanesi bu olsa gerek.
AyçA :
15 Temmuz 2008 | 22:12çok yorumsuz fotoğrafını çekerken fark etmemiştim 🙂 evegelip bilgisayara koyduğumda gördüm 🙂 tepkisini yüzünü göremediğimiz için bilemiyoruz..
Kene olayında ise şehir efsanesi olma ihtimali yüksek diye düşünüyorum. İstanbulda yaşamak bizim yaşam biçimiz içerisinde en tehlikeli olanı bence.
derya :
15 Temmuz 2008 | 22:24dediğim gibi kene dünya var olalı beri var ve bildiğim kadarıyla tüm tüylü hayvanlarda var.ama kırım kongo mikrobunu taşıyan keneler son 2 senedir türkiyede duyuluyor. bence bu şehir efsanasi falan değil.ve insanlar ölüyor.hiçbir tedaviside yok bildiğim kadarıyla
derya :
15 Temmuz 2008 | 22:34çocuk felcinin türkiye ye nasıl geldiği hakkında bir fikriniz var mı? atmışlı yıllarda türkiyede ki ilkokullara amerika tarafından süttozu peynir gibi besinler dağıtılmış kısa bir süre sonra türkiyede çocuk felci görülmüş .o dönemde yaşayan bir kaç kişiye sorduğumda bu gibi besinlerin dağıtıldığını onaylıyorlar.türkün türkten başka dotu olmağını düşünüyorum. bunada mı şehir efsanesi diyeceksiniz?
Alpay :
15 Temmuz 2008 | 23:02Bilimsel olarak kanıtlanan hiçbirşeye şehir efsanesi demem. Duyduğum şeylerde bilimsel bilgiye inanırım kulaktan dolma veriye değil.
Kesinlikle bildiğim birşey var virüsler canlıdır ve her canlı gibi yayılmak ve kendini korumak ister bu sebeple değişirler. Biyolojik silah konusundaki kaygılarına da katılıyorum fakat söylediğin iki örnekte de bu yönde bir veri yok bence. sütten önce çocuk felci yoktu, sigaradan öncede gırtlak kanseri yoktu, metropollerden önce stress yoktu,şekerden önce obezite yoktu, kızartmadan önce kolesterol yoktu v.s v.s..
haa bizim hatamızı soruyorsan hiçbirşeyi incelemeden araştırmadan hazıra konmuşuz iyi kötü herşeyi almışız sonrada komplo teorileriyle altından çıkmaya çalışmışız.
bunların farkında olan her bilgili insanı toplum dışına itmişiz.Bizim toplumuzda bilgi önemli değildir söylenti önemlidir ve bu çok sıkıcıdır.
Bu blogta biz dahil birçok insan bağırınıyor paztörize süt ve hazır mama kullanmayın diye. Kaç anne bunu uyguluyor dersin.
10 sene sonra aaa pardon dediklerinde bunun suçlusu amerikamı olacak.
Elif :
16 Temmuz 2008 | 00:33Keneler bir yana, ne kadar son zamanlarda aklımızı gündemimizi çok meşgul etse de;deli gibi korksak da; şu karelere bakıyorum da hayat böyle güzel..böyle özgürce yaşarken!
annevebebisi :
16 Temmuz 2008 | 00:20Cok yakin bir arkadasimi, bisikletle Londra’dan Irlanda’ya giderken (tabii okyanus kiyisina geldiklerinde vapurla gectiler karsiya:P) Galler bolgesinde yaptigi bir kamp sirasinda kene isiriyor. Yillar once olan bu olayi ve isirigi ciddiye almadigi icin su an lyme hastasi ve agir antibiyotik tedavisi goruyor.
Kene problemi sadece Turkiye’de degil, Avrupa-Ingiltere ve ABD’de de cok ciddi oranda artmis durumda. Ozellikle ABD’de pek cok insan kene isirmasi sonucu, sonu cok ciddi hastaliklara hatta olume varabilen lyme hastaligina yakalaniyor.
Bu durumu nasil aciklayacagiz? Cinlilerin ucaklarla kene cuvallari attigi seklinde mi?
Bir suredir tedavi goren, kendisi de lyme hastasi olan doktoruyla sık sık gorusen, kani test&teshis icin ABD’ye gonderilen arkadasim araciligiyla dunyadaki bu kene sorunundan haberdar oldum. Yakinda Ingiltere’nin Leicester sehrinde duzenlenecek Lyme konferansina katilacak, son bilgileri-haberleri alip ilgilenenlere aktaririm.
Maalesef biz Turkler her turlu sorunun altinda bir komplo, dusmanlik, ajanlik, vslik arariz. Belki gercekten vardir boyle bir sey, belki gercekten ABD coraplarla kene atiyor Turkiye tarlalarina. Hadi sorunun kaynagi biz kendimiz degiliz peki ama bu sorunu cozmek icin ne yapiyoruz? Hangi universitemiz arastirma yapiyor, hangi devlet birimi-belediye onlem aliyor, care ariyor??? Sebebi ustlenmiyoruz, hic olmazsa care arasaydik.
minel :
16 Temmuz 2008 | 08:06kene olayı “kene platformuna” dönmüş durumda ,
yakın bir arkadaşım anlatıyor (bir helikopter tarlalarının üstüne yaklaşıyor aynı ebatlarda ,aynı boyutlarda bir sürü kenenin boşaltılıp gidildiğini söylüyor,adam çiftçi yetkililerden ilaç vs talep etmiş ama ilgilenen olmamış)
bunlar birebir duyduğumuz şeyler ,ve bilmediğimiz daha ne kadar çok şey var onuda bilmiyoruz
tabiki amerikan uçakları,hava sahası kontrol sistemlerini aşıp böyle birşey yapmaz,yapamaz,yapmasına gerek kalmaz zaten…burda yeterli donanım varken..
sorun şu,keneyle ilgili haberler hergün dahada artarken bunları biz nasıl önlem alabiliriz.yada önlem mi almalıyız yoksa hayata hiçbirşey yokmuş gibi devammı etmeliyiz…
gerçek şu ki :Biyolojik silah olduğu düşüncesindeyim;Türkiye’de kene gerçeği var ve insanlar ölüyor.
BETÜL KÖROĞLU :
16 Temmuz 2008 | 08:57kendim izmitliyim eşimin ailesi bahçecikte seymende oturuyor fakat bu yaylanın varlığından bile haberim yoktu.. Bizim adımıza çok büyük bir kayıpmış meğer..
bayıldım resimlere yaşam tarzınıza harikasınız…
sevgiler
Açalya :
16 Temmuz 2008 | 09:07Hiking, çadır, dağ, tepe, bayır, börtü böcek, yılan çiyan sevmeyen, kaldırımda ve parkta yürümeyi tercih eden, Tammo ile henüz evli değilken ormanın ve denizin kaynaştığı bir yerde romantik bir gece geçirme cesaretini göstermiş ve korkudan neredeyse donuna yapmış ve gecenin içine zıçmış biri olarak bu resimlere ve yaptıklarınıza pek özendim. Hatta hayran kaldım. Allahtan Tammo sever öyle şeyleri de, hep söyler baba oğul kamp yapacaklarmış fırsat buldukça…ben evde kalır, film seyrederim ohhhh.
alpay :
16 Temmuz 2008 | 09:19merhaba minel
keneden ölen insan sayısı 30
aramızda bu çiftçiyi ekranda konuşurken gören varmı? Çünkü habere aç basınımız için bu janjanlı bir haber.
ben türkiye geleceğini tehdit eden ama konuşulmayan konuları aklımın erdiğince söyliyeyim
-çölleşme – verimli topraklarımızı yanlış ve bilimsel olmayan ekim tekniklerinden dolayı kaybediyoruz
-susuzluk – Yeraltı ve yerüstü sularımızın doğru yönetemiyoruz
-nükleer – bilim soğuk füsyon ve yenilenebilir enerji keşifleri sınırında iken yıllarımızı heba edecek nükleer yatırımlar planlıyoruz.
-açlık – yıllarca sanayi ülkesi olmaya çalıştık. Şimdi verimli arazilerimiz üzerinde aptal yazlıklar duruyor. Gelecekte aç kalacağız.
-arge – Keşif yapmıyor arge yatırımı yapamıyoruz. Şu anda alınan bilimsel patentlerden dolayı gelecekte ödeyeceğimiz paralar hesaplanamıyor bile.
-emperyalizm – Biz bölünmenin tehlikelerini anlamadan toplumsal olarak örf ve enenelerden uzaklaştırılarak bölünmüş bir toplum haline getirilmişiz. İnsanlar arası bağlar sürekli parçalanıyor.
-eğitim – Bizim ülkemizde hit olan meslekler genelde gelişmiş ülkelerde terkedilmek üzere olan meslekler oluyor. Mesela bilgisayar ve yazılım mühendisliği konuları şu anda ülkemizde revaçta ama sanal zeka çalışmaları aldı başını yürüyor. Bizim ülkemizde şu anda bu konuyu ağzına alan yok. herkesin konuştuğu eğitim trajedilerini söylemiyorum.
yani işin özeti kene eğer biyolojik silahsa bunların yanında başarısız kaldı bence. İşin çözümüde var SÜLÜN. hani silahını alanın avladığı yenebilir hayvanlar. Kene olan yere sülün saldınmı denge sağlanıyor.
Başka bir çözüm peygamber devesi. Bu böcekte kene yiyor. Piknik alanlarında artık göremediğimiz hayvanlar.
alpay
öykücü :
16 Temmuz 2008 | 14:32Ayça kuaförde gördüğüm foto gerçek.Fotosunu çekip sana mail atacağım.
Ben bir reklam kampanyasında poz verdin sanmıştım.Belki de sen değilsindir.Yanlış görmüş olabilirim.
Sevgiler..
Asli :
16 Temmuz 2008 | 15:42Alpay’ın söylediklerine eklemek istediğim bir şey var;
Türkiye’ye Kirim Kongo kanamalı virütik hastalığını taşıyan keneler Doğu Karadeniz, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’dan girermiş(coğrafi olarak Kırım’a komşulukalrı olduğu için). Bu bölgelerde ekolojik denge, kuş gribi dolayısıyla kaz, tavuk, horoz gibi kümes hayvanlarının itlafıyla bozulunca kene vakası artış göstermiş… Özellikle kazlar, soğuk bölgelerde, kışa dayanıklı yapılarıyla, hem halkın et kaynaklarından biriymiş hemde aynı sülün gibi keneleri yermiş. Banada bunları Mardinde mecrubi hizmetini yapan bir doktor arkadaşım anlattı. Kuş gribinden korunmak için hayvanları itlaf edeceğimize izole edip yaşam alanlarından uzaklaştırsaydık keneye karşı ekolojik kalkanı bilmeden kaldırmazdık ….
minel :
16 Temmuz 2008 | 16:41bu kene konusu uzarr giderrr
inşallah kimse böyle bir vakayla karşılaşmaz diyelim..
tebirlerimizi mutlaka alalım.
elimizden gelen budur
Açalya :
16 Temmuz 2008 | 23:17Ustte de dedim ya sevmem dag bayir olayini…ama kene var diye de cocuklari eve hapsetmek…bizim koyde pire dolu, her koyde oldugu gibi, bu pireleri de Amerika ucaktan atmis olmasin 🙂 beni isirdilar mi 3 gun kendime gelemiyorum, simdi koyumuze pire var diye gitmeyecek miyiz…pireleri ilacladiginizda tavuklar da hastalaniyor, tavuklar hastalandi mi gelincik dedikleri hayvan cogaliyor, gelincik cogaldi mi tilkiler ortaya cikiyor, tilkiler cogaldi mi yilanlar azaliyor…birbirini etkiliyor iste doga. Kene atan ABD ucagi UFO olmasin sakin, belki de zuzaylilar atmistir keneyi. Zaten keneye mercekle bakinca ayni zuzayli.
Bernacan :
17 Temmuz 2008 | 14:09O Erin’i taşıdığınız bebek çantasını nereden aldığınızı öğrenebilir miyim? Bu arada, Erin’i de sizi de çok seviyorum 🙂
burcu demirel :
17 Temmuz 2008 | 20:47sizin bu dag bayir gezilerinizi filan okudukca dusuncelere daliyorum; ben olsam poyrazla yapabilirmiydim diye? ne bilim, sanki erin genetik olarak bu yetiyle dogmus gibi bi his var icimde 😉 olabildigince ben de poyrazin bizi kisitlamamasi icin ugrasiyorum ama bazen de “uf oglum, evden cikmak yok bida bole yapacaksan!” derken buluyorum kendimi 🙁 napmali bilmiyorum..insallah zamanla, erin gibi koca adam olunca bizimki de boyle uyumlu olur..
AyçA :
18 Temmuz 2008 | 08:31@açalya 😀
@bernacan çantayı italyadan arkadaşımız getirdi. Burada doğa malzemeleri satan mağazalarda başka markada var sana mail olarak atacağım.
@Burcu dediğine katılıyorum genetik olarak kısmına ancak bunu genetik olarak mı diye açıklayabilirim yoksa hamilelik öncesi ve hamilelikteki yaşam tarzımı daha karnımdayken alışkanlık haline dönüştürmek ve doğum sonrası elimden geldiğince bu yaşam tarzını bozmayıp evde bile buna uygun – çalışmalar oyunlar – yaşadığım olduğu ile mi bilemedim. Tabii yaşam tarzın öenmli daha önce yapamdığın şeyleri bebekle öğrenmek zor ama öncesindeki tecrübelerini bebeğe aktarmak daha kolay. Ben sadece bebekle hayat durur, çocuk oldumu hareket edemezsiniz cümlelerine kılım o kadar.. herkes kendi ölçülerinde çıkıp dolaşarak yaşatarak bebeklerine hayatı öğretmeli dört duvar arasında ya da mahalle aralarında birşey öğrenilmiyor..
Tomurcuk :
19 Temmuz 2008 | 05:41Merhaba, sitenizi sessiz ve derinden takip ediyorum. Ellerinize sağlık. Benim merak ettiğim bişey var. Vakti zamanında üniversitede ucundan kıyısından doğa yürüyüşlerine, kamplara, kaya tırmanışına falan bulaşmıştım. Henüz çoluk çocuk yok ama niyet var. Rehberli gruplar çocuklara izin veriyorlar mı ya da bu işe hevesli, çocuklu arkadaş mı bulmalı ya da alıp başımızı gitmeli mi? Gece gece merak ettim. Teşekkürler.
AyçA :
19 Temmuz 2008 | 11:45Tomurcuk merhaba.. açıkçası rehberli turlara ben h,ç katılmadım ve çevremizde de yani arkadaş grubumuzda çocuğu olan tek biz varız. gittiğimiz yerlere hep kendimiz gidiyoruz ve tek çocuk Erin oluyor maalesef 🙁 Tavsiyem çocuk yapmadan rehberli gruplar ile tecrübelerinizi arttırmanız oralarda bu işlerle uğraşan arkadaşlar edinmeniz.. çocuk olunca bilgilerinizi kullanabilirsiniz. baştan tecrübe sahibi olmak gerekiyor.