Sözüme bugün bulduğum bir elma tarifi ile başlayacağım.
Zira sonbahar.. her ne kadar gidip mis gibi sonbahar orman havasını içimize bu sene çekemiyor olsak da!!! / dayanamıyorum buna evet / çeşitli sonbaharı yaşatan etkinliklere hayır diyemeyiz değil mi ?
turuncu turuncu kabaklardan tatlılar yapmak / ve yiyememek!! ne acı/ kütür kütür kırmızı elmaları dişlemek yolda yürürken ve dökülmüş yaprakları parktan dönerken “bu uzuuunn bu kısaaa bu küçükkk bu kahverengii bu sarıı” diye kovanın içine toplamak / toplarken kendi evimizin çevresinde yaprakları yerde görememenin üzüntüsünü duymak zira bizim buralarda ağaç neyin yoktur! bahsedilen yer annemin mahallesidir/ bahçeye dökülmüş yaprakları süpürmek akabinde sırtımızda şal ile sabah sabah likör eşliğinde türk kahvesi keyfi yapmak / sabah kahvesinin yanında likör omuzlardan aşağıya doğru bir yumuşama yaratır!! diikkat!! _ benim gibi alkolden bi haber bir bünyeniz varsa tabii _ / ormana gidemiyor olabiliriz ama bu güzel kırmızı elmaları fırına atıp yanında tarçın çayı ile içemeyiz anlamını taşımamalı!!
Tarif şöyle / sadede gelelim!/
4 orta bol kırmızı elma /yukarıdaki gibi soyulacak nasıl olacaksa ??!!/
1/4 bardak tereyağ (tuzsuz)
1/3 bardak şeker / bal da olabilir kanımca /
1/3 bardak yulaf ezmesi
1/2 çay kaşığı tarçın
1/2 çay kaşığı zencefil
1/4 çay kaşığı tuz
Fırını açın ısınsın. Elma haricindeki tüm malzemeyi beraberce pişirin. Bir kabak oyma aleti ile elmaların ortasını çıkartın ve bu pişen karışık malzemeyi elmanın içine doldurun. Fırına verirken kabın içine bir bardak su koyun (elmaların üstünü geçmesin) 40 dakika kadar, elmalar yumuşayana kadar pişirin ve sıcak sıcak servis edin. Kilo sorununuz yoksa yanında güzel bir kaymaklı dondurma ya da süt kreması harika gider.
Bu aralar benim enerji yine dibe vurdu. Ara ara geliyor böyle, normal değil mi ? insanız yorulabiliriz 🙂
Yine bir pazar / ki neredeyse 2 hafta olacak / annemden toparlandık eve döneceğiz. Çantalar, fotoğraf makinesi, bilgisayar, puset ve bir sürü çanta yine daralmış durumdayım, barometre yükseliyor, bir dokunan bin ah işitiyor şeklinde evimize doğru yol almaya başladık. Annemin evi tren istasyonunun dibi o yüzden eve dönmek arabasız çok kolay oluyor. Arabasız yegane kolay istikamet son zamanlarda zaten. Trenden indik metrobüse gideceğiz bir baktık yollar kapalı: Avrasya maratonu var! Tamam o zaman Hasanpaşa’dan motorla Eminönü’ne gider oradan da eve ulaşırız dedik. Hasanpaşa’ya geldik yağmur indi.. benimki mutlu, kurbağa şemsiyesini kullanacak en nihayetinde!! Benim barometre yükseliyor sakinleyemiyorum. Geçtik Eminönü’ne. O da ne?? İn ve cin tek kale maçta! bir tek taksi, otobüs, araba yok! O yollar da kapalı. Ben iki gündür doğumda olmaktan mütevellit dünyadan bihaberim. Alpay da öyle!. Tek seçenek: haliç köprüsünden yürüyerek tünele gitmek oradan taksiye binmek. Köprü üstünde koşu madalyası ile dolaşan herkesi boğabilirim!! /oysa ne güzel bir aktivitedir insanları en azından senede bir gün spora teşvik eder/ Sırttaki yük miktarı sakinlemeyi engelliyor bende. Tünele geldik taksi bekliyoruz Erin: “aaa ben hatırladım bu treni bununla gidelim!” dedi. Alpayla bakışıp tamam dedik. Tramvayla Beyoğluna çıktık.
Yemek ve sonrası uyku vakti oysa. Yağmur da dindi. Eh o zaman gel şurada birşeyler atıştıralım. Tavanarası açık mıdır? / Beyoğlunda oğluma yemek yedirebileceğim yegane mekan Tavanarası/ Açıktır herhalde değilse eve gideriz dedik.
Tavanarasına girer girmez, açan güneş, yağmış yağmurun serinliği ve sofraya gelen, geçen kışların unutulmaz Kaan’ın evi mercimek çorbası tadında bir mercimek çorbası beni hayata geri döndürdü./Kaan valla özlüyorum o evi ve pazar günü çorbalarını ama amaa en çok Seyrantepe soba başı kestane ve orman dönüşlerini :)/ Birden barometre dibe vurdu, rengim değişti, huzurum geldi, yüzüm gülmeye başladı. “Kadehlerimizde” üzüm suları oğlumuzla şerefeler diye diye bir yemek keyfi yaşadık. Tavanarasından çıkınca eve yürümeye karar kıldık bu keyfin gazı ile.
Erin’in uykusu da var uyur arabasında cümlesi bir fantazi oldu. Kalabalığı, şarkılar eşliğinde seyrede seyrede arabasında keyiflendi de durdu. Ve Mandabatmaz. İstanbul’un en güzel türk kahvesini burada içebilirsiniz/sokak adını bilmiyorum ama taksimden tünele doğru yürürken Mısır apartmanın karşı sokağı/. İçinde ne var bilmiyorum ama son derece lezzetli olduğu kesin.
Kahvenin tadına hep beraber baktıktan sonra uzunca bir yolu güle oynaya, sulara bata çıka, kedileri severek ve uzun bir aradan sonra oğlumun fotoğraflarını çekerek / terzi misali oldu artık 🙂 / eve kadar yürüdük.
Taaa Eminönü’nden Feriköy’e!:=) Yol uzun tabii, gün de keyifli.. tatlı bir uyku kestirmesine kim hayır der ?
Uzun zamandır işlerin büyüsüne ve yoğunluğuna kapılıp yapmayı atladığımız şeyleri hayat bize nasıl da zorla yaptırıyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bazen mola vermek lazım hayata, herşeye, kendimize dönmeli, nefes almalı; her ne kadar sevdiğimiz işleri yapma lüksüne sahip olan az kişilerden olsak da yorulmadığımızı, düşmediğimizi ya da hep dik kalıp herşeyi doğru yaptığımızı söylemek son derece büyük bir yalan olur. Bazen öyle oluyor ki Alpay bana: ” hadi bunları da yazsana bloguna bakalım” diyerek kendime gelmemi sağlıyor ya da hayat bazen böyle küçük süprizler hazırlayıp değerleri kaybetmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Bu yazıyı dışarı çıkmadan önce yazmaya başlamıştım. Bu akşam iptal olan toplantım sebebiyle Beyoğluna gittim. Hocam Muammer’in bir projesine gönüllü destek vermek amacındaydım.
Sonra hızlıca gelişti: Hülya ile yine mi Çiçek yine mi güzeliz diyerek birer bira hüplettik / diyet bu gece çöp!!/ biraz yürüdük. Kısa molalar ilaç gibi.
Comments(7)
ikizbebek says:
28 Ekim 2009 at 10:19“yolda yürürken,dökülmüş yapraklar” işte orda bittim ben,o cümlenini 1 kez daha 1 kez daha okudum,ahhh dedim,hafiften kıkandım,sonra ne güzel dedim,acaba bulabilirmiyim bende öyle bir yer,olmazmıydı evimizin yakınında ağaç yapraklarıyla bezenmiş bir yol,her tarafta yapraklar,bebeklerimle ayaklarımızı süre süre,yapraklarla oynaya oynaya dolaşabileceğimiz bir alan.belki vardır şu İstanbul da ama,koca bir tarfik mesafesi uzakta.Avrupadaki şehirlerin bu özelleiğini seviyorum,yeşillik bol,koruyorlar,her yer park.özellikle anne olduktan sonra bunun özlemini çok çektim.
Bu arada Tavanarasını,bende çok severim ve raslantı bu ya sevgili Erin’in oturduğu yerde oturmuşumdur genelde.
sevgiler.
Iraz says:
28 Ekim 2009 at 13:52Yazdığın her cümle hakkında bir cümle yazıp bir post döktürebilir miyim şuracıkta..
Önce içim acıyor diyerek başlıyorum, İstanbul’ da geçen 21 gün Adana’ da tam 45 gün yetiyormuş, yine sıkıldım, yine özledim, yine milyonlarca soru işareti sarkıyor her tarafımdan..Ve de seni okuduktan sonra karnımda canım yanınca ağrıyan yer ağrıdı..Öyle güzel yazmışsın ki..
Sonra, Tavanarası ilk açıldığı günlerden beri bayıldığım, Turgutla sevgili olduğumuz ilk günlerde onu götürdüğüm, onun da “evet evet, kesin evlenelim ve oğlumuz olsun , adı da Rüzgar olsun” dediği mekandır 😛 Yani biz de çok severiz..Rüzgar’ı da götürdük bu son gelişimizde..
Son olarak, ne güzelsiniz üçünüz,öpüyoruz..
Papatya Papadopoulos says:
28 Ekim 2009 at 15:44Doğru söylüyosun…
Kendimizi işimize, evimize, her ne yapıyorsak ona bazen fazlasıyla kaptırıyoruz… Dediğin gibi, kendimize, özümüze dönmeyi unutmamalı… bazen hayattaki en küçük detaylar ne kadar da büyük önem taşıyor bunun farkına varıyoruz.
Belki mecburiyetten ama dolu dolu bir eve dönüş macerası olmuş sizinki de 🙂
irem says:
28 Ekim 2009 at 23:01cok tatli yaziyorsun…o siniri ve sonrasindaki rahatlamayi hissettim okurken…ne guzel akip gitmek…harika bir gun olmus. erinin fotolar da super…gorusmek uzere.
AyçA says:
29 Ekim 2009 at 01:01@ikizbebek.. inan bizim evin burada da yok o yapraklar :=)) annemin orası nispeten diyelim. İstanbulda yaprak bie dökülmek istemiyor artı..çürüyeceği bir toprak mı var ?? Tavanarası benim yemek yemekten (dışarıda) çekinmediğim tek yer :=) ev gibi evin mutfağından çıkmış gibi. sıcak ve samimi..
@Iraz biliyor musun istanbul’un en güzel yanı geri dönmesi (bence) :=) özlemi, burnunda tütmesi.. burada yaşadığın zaman içinde kaybolmamam çok zor!! ben özlemeyi tercih edeceğim.. bir gün.. umarım yakında!:=) 😉
@Papatya :=) di mi küçük bir detay..farkında olmak. mesele bu:=)
@İrem teşekkürler :=) bir anda huzura ulaşmak ne demek anlatabilmişim demek ki :=)
Açalya says:
30 Ekim 2009 at 07:02Ben o metro fotografinda takildim…guzel gecen bir gunun guzel yorgunlugu Erin`in yuzunde ozetlenmis sanki (her ne kadar o fotografta henuz gun neredeyse yeni basliyorsa da)
Güneş says:
30 Ekim 2009 at 12:17Bizim yaprakları hemen süpürüyorlar Ayça’ya sabah sabah o kadar çöp durur almazlar, çok erken çıkıyoruz yola sabahları begümle kuş kovalıyoruz, biz kovalarken yaprakları süpürüyor amca:=) begüm elinden süpürgeyi almak istiyor,amca işini bir an önce bitirip gitme derdinde hafif türkü ağzında 🙂 hiç ilgilenmiyor bile, oysa begüm ona naynay diyor günaydın anlamında ama!!! sabah sabah bize enerji veriyor, daha bir enerjik başlıyoruz güne 🙂 İnsanın sevdiği işi yapması çok güzel, belki bir gün bende…