3

MERHABA AĞUSTOS

12 gün kadar geç mi kaldık merhaba demeye. Yazmayınca yaşamıyor muyuz ?
Yaşamak devam ediyor. Güneş doğuyor batıyor, rüzgar duruyor esiyor, yıldızlara bakıp yeni doğan aya dilekler bırakıyor nefes alıp vermeye devam ediyoruz. Her an ölüp her an yeniden doğuyoruz. Bu sırada incirler oluyor pestiller kaynıyor, ay çekirdekleri kesilip kurumaya bırakılıyor kışa dizi seyrederken çitleyebilmek için. Kirli hanımlar son coşkularını bostana yayıyor kirli sıfatının önüne fersah fersah geçerek. Sahi güzellik ne ki ? Sanal algımız bunu da dönüştürdü değil mi?
Kızarmadı diye kendimi heder ettiğim domatesler şimdilerde kışlık sos olmak için son hazırlıklarını yapıyor, patlıcanları bayılttık imama sardık kavanozda özleyince yaz kokusunu açıp koklayarak yiyeceğiz inşallah. Yazın sıcağı değil de kokusu özleniyor. Bostan kokusu, deniz kokusu, mavi kokusu. Sahi kokuyu almak neydi ? bakarak koklanıyor mu? bakınca görünüyor mu?


Görünmek demişken. Kendini görünür kılmak için harcanan çaba yerine konulmuş yaşamak çabası çok daha kolay. Ben bir kısmını reddediyorum artık bu dijital dünyanın. Eskisi gibi yazmak istiyorum burada. Zamanı geldiğinde, çimden geldiğinde, dışarı taştığında birilerine ulaştığında değeri var benim için paylaştıklarımın. Yorum dilencisi olmadan, beni görün diye bana ait olmayan davranışları üzerine takmaya çalışmadan buradayım.

Sosyal medya detoksu ile  ilk tanıştığımda bu cümleye ulaşmıştım : Paylaşmıyorsak yaşamıyoruz gibi bir hal içindeyiz.


2007 hayatımıza FB girdi. Biraz fazla kaptırdık kendimizi ya da ben kendim için konuşayım: fazla kaptırdım kendimi. Bir süre direndim, blog yazılarını orada paylaştığımda gelen yorumları elimle bloga geri kopyalamışlığım bile var. Sonrası yangın yeri. Bloglar yok oldu, yorumlar önce gönderi altında yok oldu sonra 24 saatlik hikayelerin mesajlarında. Hızlı yazılan, hızlı yaşanan, hızlı tüketilen anlar ve yine yazılmadıysa yaşanmamışlık hissi. Oysa 2006 yılında yazdığım bir yazının altına gelen yorum burada hala duruyor. Arada dağılmış kendimi instagrama teslim etmiş ve yedeğini almadığım her yazımı fotoğrafımı birden hesabımı kapatıp giden ve geri almak için bir muhatap bulamadığım instagramın derinliklerine bırakmışım. O gün bu gün, ne yazsam buraya kopyalıyorum Şimdi ise buraya yazıp oraya kopya bırakıyorum.   

Geri gelirsek konumuza. Ayçiçeği, günebakan şemşamer *


Uzun bir sıra günebakan yetiştirdim bu sene. Kavunları kabakları kör fareye sunmuş olsak da çekirdeklerin bir kısmını karıncalar, kuşlar ve bok böcekleri ile paylaşarak kışlık çekirdeğimizi ürettik bu sene. Elime bir çekirdek kafası alıp da çitleyerek yürümeye başladığımda düşündüğüm hayalimin içinde olduğumdu. Hıdırellezde ev araba çizdiğimi hatırlamam hiç ama dilek kağıdıma sıralarken dileklerimi çiçekler çizmişliğim var. Şimdi gelip ellerime döküldüler o çiçekler. Özgürlük bunun bir başka adı.
Hani günlerdir kısıtlandı özgürlüğümüz derken bir düşündüm. Bunu kısıtlayan kim ? Bırak dağınık kalsın demenin hafifliğini özlemişim.

Bu sabah dersini verirken karşımdaki yoldan geçen traktörlere gözüm takıldı. Üzüm kasalarını taşıyorlar. Bağ bozma vakti geldi demek bu. Bu sene çok daha erken geldi ayın ortasında değiliz henüz oysa. Bizim bağ da haftaya bozulacak diye düşünüyorum. Yine her sene olduğu gibi hasat edip suyunu sıkıp sonra onu pekmeze sirkeye şaraba döndürürken izleyeceğim tıpkı bu sabah uyanıp şu fotoğrafı izlediğim, arkadan da her sene 16 Ağustos sabahı duyduğum sonbaharın sesini dinlediğim gibi.

(Ürünleri paylaştığım whatsapp grubum burada ve mail listem burada )

Bu sene o ses 2 ağustos sabahı saat 05:37 de duyuldu ve bu fotoğraf da o vakit çekildi. Domatesler geç kızardı, üzümler erken şekerlendi, incirler erken pestile döndü ve sonbahar erken geldi.
Şimdi en güzel zamanları senenin, denizin, rüzgarın, gökyüzünün ve özgürlüğün.
Özgürlük de mutluluk gibi bir şey, seçimle geliyor başa !

* şems-i amber’in kısalmış (bileşmiş) haliymiş. şems’in güneş olduğu kuşku götürmez bir gerçek iken amber’in çiçek olması durumu da daha az belirgin değildir. bu bağlamda şemşamer dediğimiz (iç anadolulular olarak) bitkinin asıl adı “güneş çiçeği”dir. tıpkı ingilizce’de sunflower denmesi gibi (sanıyorum) farsça’da da şems-i amber kullanılmaktadır.

Paylaş :=)

Comments(3)

  1. Yanıtla
    BAĞ BOZUMU – Pinik-Kuş | Ayça Oğuş Blog says:

    […] işte “yaz bitti” dedirten günlerimizi bu sene de gördük. Sonbaharın sesini ay başında duymuştum ve üzümlerin erken şekerlenmeye başlayacağını tahmin ediyordum. Bağ bozumu yaklaşık 15-20 […]

  2. Yanıtla
    Elif Okancı says:

    Sonbaharın sesini anlatsana bize Ayça 🙂

    • Yanıtla
      Ayça Oğuş says:

      Kim bilir belki bir agustos sabahı burada birlikte dinleriz.. böyle anlatırım olur mu ? 🙂

Post a comment